Dünyayı heyecanlandıran keşif akıllarda yeni sorular doğurdu! Van Gogh’un sırlarla dolu yaşamı

Dünyaca ünlü Hollandalı ressam Vincent van Gogh, 10 yıl içinde 36 adet otoportre resmetti. Bir başka Hollandalı ressam Johannes Vermeer’dan günümüze kalan toplam eser sayısının aşağı yukarı bu kadar olduğunu düşündüğümüzde, van Gogh’un otoportrelerinin sayısının büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.

Üstelik bu otoportrelere bir yenisi eklendi. Daha doğrusu eklenecek gibi görünüyor…

İskoçya Ulusal Galerileri’nden konservatörler, geçtiğimiz hafta van Gogh’un başka bir tablosunun altında kendi kendini resmettiği bir çizim bulduklarını açıkladı. Ancak bu otoportre şimdilik bir karton ve yapıştırıcı katmanının ardında saklanıyor.

Bu önemli keşif Edinburgh Müzesi tarafından yapılan açıklamayla duyuruldu. Müzenin konservatörleri van Gogh’un 1885 yılında tamamladığı “Köylü Kadın Başı” isimli tablosunu röntgen altında incelediklerinde şaşırtıcı bir görüntüyle karşı karşıya kaldı. Tablonun diğer yüzünde van Gogh’a çok benzeyen bir kişinin kartonla kaplanmış yüzü yer alıyordu.

Kaplamayı yapan muhtemelen van Gogh’un erkek kardeşi Theo’nun eşi Johanna van Gogh-Bonger’di. Zira van Gogh-Bonger bu tabloyu 1905 yılında Amsterdam’da düzenlenen önemli bir sergiye gönderen kişiydi.

Tabloyu daha sonra Evelyn Fleming satın aldı. Galli ressam sevgilisi Augustus John’un tavsiyesiyle hareket eden Fleming, bir tablo fiyatına iki van Gogh eseri satın aldığından tabii ki habersizdi. (Evelyn Fleming’in oğlu Ian Fleming’in James Bond karakterinin yaratıcısı olması da ilginç bir detay.)

Tablonun arkasındaki kartonda çeşitli galerilerin etiketleri var

SORU İŞARETLERİYLE DOLU BİR HAYAT

Henüz 37 yaşındayken hayata gözlerini yuman Van Gogh’un yaşamı hepsi birbirinden büyüleyici detaylarla dolu. Dahası kendisi hakkında 100 yılı aşkın zamandır yapılan binlerce bilimsel ve arşivsel çalışma olmasına rağmen, birçok konu halen gizemini koruyor.

Örneğin, ölümü geçmişte intihar kabul edilse de son dönemde yayımlanan biyografiler bir cinayete kurban gittiğini öne sürüyor. Bir akıl hastalığı olduğu söyleniyor ama bu hastalığın ne olduğu net değil. Hastalığını tedavi etmek için hangi ilaçları alıyordu, bu ilaçlar sağlığına ve sanatına nasıl etki etti bilinmiyor. Kulağının bir parçasını kesip Arles’li bir fahişeye vermesinin ardındaki sebebin ne olduğu da belli değil.

“Köylü Kadın Başı” tablosundan van Gogh’un otoportresinin çıkması da bu soru işaretlerini ve daha nicelerini gündeme getirdi.

Örneğin van Gogh’un otoportresi neden kartonla kapatılmıştı? Van Gogh-Bonger o resimde görmememiz gereken bir şeyler olduğuna mı inanıyordu? Yoksa van Gogh’un çalışmasını bitmemiş kabul ettiğini ve sergilenmeye layık olmadığını düşündüğünü biliyor olabilir miydi? (Nihayetinde kariyeri boyunca bütün dünya van Gogh’a fırçasından çıkan hiçbir şeyin sergilemeye layık olmadığını söyleyip durmuştu.)

YÜZLERCE TABLO ELLERİNDE KALDI

Van Gogh-Bonger’in eşi Theo, bir sanat simsarı olmanın yanı sıra ağabeyinin finansal ve psikolojik olarak çökmesini önleyen en önemli dayanağıydı. Theo, Vincent’ten 6 ay sonra hayatını kaybetti.

Hem eşiyle hem de eşinin ağabeyiyle çok kısa bir süre önce tanışmış olan van Gogh-Bonger, Theo’nun ölümünün ardından kucağında küçücük bir bebek, elinde de yüzlerce satılmamış van Gogh tablosuyla kalakaldı. (Theo ve Johanna, van Gogh’un ölümünden 6 ay önce doğan bebeğe Vincent adını vermişti.)

The Art Newspaper yazarı ve van Gogh uzmanı Martin Bailey’e göre, van Gogh-Bonger “Köylü Kadın Başı” tablosunun arka tarafını (ve dolayısıyla otoportreyi) tabloyu çerçeveletip Amsterdam’a göndermeden evvel sağlamlaştırmak amacıyla kapladı.

Patates Yiyenler

VAN GOGH İÇİN ÖNEMLİ BİR ESER ÇÜNKÜ…

Gordina de Groot’un oldukça kararlı bir biçimde resmedildiği “Köylü Kadın Başı” tablosu 1900’lerin başlarında, van Gogh’un otoportresine kıyasla daha kıymetli bir eser kabul ediliyordu. Zira bu tablo van Gogh’un o güne kadarki en önemli başarısı kabul edilen “Patates Yiyenler” isimli eserinin bir uzantısıydı.

Van Gogh, “Köylü Kadın Başı”nı, 1885 yılında, ebeveyninin kısa bir süre önce yerleşmiş olduğu Neunen kasabasında tamamladı.

Aslına bakılırsa van Gogh, 1883 sonlarında Nuenen’e vardığında, ailesiyle ilişkileri oldukça sorunluydu. Ama kasabanın manzaralarına, yerel halkına ve bu insanların yaşadığı zorluklarla dolu hayatlara âşık olan van Gogh, kalmaya karar verdi.

Van Gogh o günlerde Emile Zola’nın kırsalda yaşayan alt sınıfı anlattığı ünlü romanı Germinal’i okuyor ve kahramanı Jean-François Millet’nin tarlalarda çalışan işçileri yansıttığı tablolarını aklından çıkaramıyordu.

Mart 1885’te babası geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Bu ölümden sonra dahi van Gogh, Nuenen’de yaşamayı sürdürdü. Özellikle bir aileyle, yani de Groot’larla arası çok iyiydi.

Mayıs başlarında kardeşi Theo’ya gönderdiği bir mektupta, “Bu akşam evlerine gittiğimde, aileyi lamba ışığı yerine küçük bir pencereden gelen aydınlıkta yemek yerken buldum. Ah, büyüleyici denecek kadar güzeldi” diyordu.

Masadaki iki kadını “neredeyse koyu yeşil sabun rengindeydiler” diye nitelendiren van Gogh, kadınların resimlerini yapmak istemişti. O kadınlardan biri genç Gordina de Groot’tu. Van Gogh’un çeşitli tablolarına modellik yapan Gordina ilerleyen dönemde hamile kaldığında kasabanın din adamı, van Gogh’u bebeğin babası olmakla suçlamıştı.

NUENEN’DE HUZURU KAÇTI ANTWERP’E TAŞINDI

Van Gogh bu suçlamayı reddetti ve Gordina’nın bebeğin babasının kimliğini kendisiyle paylaştığını belirtti. Bu kişinin din adamının cemaatinden biri olduğunu söylüyordu. Din adamı ise bir yandan yerel halkı van Gogh’a modellik yapmamaları konusunda telkinlerde bulunuyor, diğer yandan da ressama “kendi seviyesinin altındaki kişilerle fazla samimi olmaması” yönünde uyarıyordu.

Van Gogh’un stüdyosu ile din görevlisinin evleri birbirine çok yakın olduğundan tansiyon düşecek gibi değildi. Bu durum nihayet Kasım 1885’te van Gogh’un Nuenen’den ayrılması ve önce Antwerp’e oradan da 1886 başlarında Paris’e taşınmasıyla sonuçlandı.

Belli ki Nuenen’den ayrılırken Gordina de Groot’un portresini de yanına almıştı. Uzmanlara göre, van Gogh iki yıl sonra Paris’te yaşadığı dönemde tuvalin arka tarafını kendi otoportresini resmetmek için kullandı ve bu eser aşağı yukarı 135 yıl sonra röntgen teknolojisi sayesinde keşfedildi.

Van Gogh’un otoportrelerinden birkaçı

OTOPORTRELERİYLE OLGUNLAŞTI

Aslına bakılırsa van Gogh Paris’te ve daha sona Fransa’nın güneyinde bulunan Arles’de yaşadığı yıllarda 20 kadar otoportre resmetti. Çünkü model tutmak pahalı bir işti; kendi yüzünü ise bir kuruş harcamadan resmedebiliyordu. Üstelik başka modelleri kullanarak yapamayacağı denemeleri yapma şansı da bulunuyordu.

Ne var ki van Gogh’un gelişmekte olan ressam kimliğine duyduğu hayranlık da ortadaydı. Bazı kaynaklara göre bu otoportreler van Gogh’un kendine olan güvenini artırmaya yarıyordu. Öyle olmasa bile, seçmiş olduğu tuhaf (ve o noktaya kadar başarısız) yaşam biçimiyle ilgili merakını ifade ettiği açıktı. Denemelerinin bazıları iyi gidiyordu ama bazıları net fiyaskoyla sonuçlanıyordu.

Van Gogh’un bir kısmı Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nde bulunan çeşitli otoportrelerinden de röntgen altında başka tablolar çıktı. Bunlardan birinde ressam yarı çıplakken diğerinde çıplak ve ayaktaydı.

“GORDINA EVLENDİ Mİ?”

Bütün bu çalışmalar bir arada düşünüldüğünde, van Gogh’un tuval bulmakta zorlandığı, belki de önceden yaptığı resimleri korumayı pek önemsemediği sonucu çıkıyor. “Köylü Kadın Başı” tablosunda ise Gordina’nın resminin üzerini boyamak yerine kendini arka tarafa resmetmiş olması ilginç bir farklılık. Bu durum, “Acaba aralarındaki ilişkinin bilmediğimiz yanları da mı vardı?” sorusunu sorduruyor.

Ekim 1887’de yani (eğer tablonun üzerindeki tarih doğruysa) yeni keşfedilen otoportresini yaptıktan kısa bir süre sonra kız kardeşi Willemien’e yazdığı mektupta van Gogh, de Groot ailesini de soruyordu.

Gordina’nın hamileliğine göndermeyle, “O iş ne oldu?” diyor ve ekliyordu: “Sien [Gordina] kuzeniyle evlendi mi? Çocuğu hayatta mı?”

Bu sorunun cevabı ‘evet’ti. Bir erkek olan bebek 20 Ekim 1885’te dünyaya gelmişti. Gordina o esnada halen bekârdı. (Van Gogh’un mektubunda Gordina’nın kuzenini sormasının sebebi ise muhtemelen bu adamın bebeğe soyadını verme olasılığı en güçlü kişi olmasıydı.)

Köylü Kadın Başı, Gordina de Groot’u yansıtıyor

BU ŞEKİLDE YAPILMIŞ BAŞKA TABLOLAR DA VAR

Diğer yandan, anlaşılan o ki tuvallerin arka taraflarını da kullanmak, van Gogh için o kadar da sıra dışı bir durum değildi. Bailey’nin aktardığına göre, Nuenen’de tamamladığı üç tablo için de aynı şey geçerliydi. Bunlar 1929 yılında Hollandalı konservatör Jan Cornelius Traas’ın tabloların arkalarındaki kartonları sökmesinin ardından ortaya çıktı.

Bailey ayrıca “‘Köylü Kadın Başı’nın arkasında da bir şeyler gizli olabileceği şüphesi uzun zamandır gündemdeydi” ifadeleriyle, bu son keşfin aslında o kadar da büyük bir sürpriz olmayabileceğini vurguladı.

Tabii bunlar spekülasyon da olabilir. Üstelik sürpriz olsun olmasın, bunca zamandan sonra yeni bir van Gogh otoportresiyle karşılaşmak her şekilde heyecan verici.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir